31 Mayıs 2009 Pazar

Ankara Yolları


Günaydın

Bu satırları İstanbul- Ankara yolculuğunda yazıyorum.

Sabah 6.45 otobüsüyle Çağlayandan yola çıktım.

Akşamdan bir haftalık hava durumunu öğrendim.

Dünden beri televizyonlar Ankaranın karlı manzaralarını gösteriyorlardı.

İçime yün fanilamı ve yün pantolonumu giyerek yola çıktım.

Sabah serinliğinde henüz İstanbul semalarında beyaz bir sis vardı.



Köprünün uzun demir direklerine hayranlıkla baktım.

Boğazı geçerken,

uzaktan birinci köprünün nazlı duruşunu

ve Kulelinin kulelerini seyrettim.

Sonra başımı diğer yöne çevirdim.

Karadenizin maviliği usul usul Marmaraya iniyordu.

Ben yollarda olmayı seviyorum.

Otobüs ilerledikçe cama vuran yağmur damlaları artmaya

ve camın arkasından gelen serinlik hissedilmeye başladı.

Otobüste internet çalışıyor.

İki katlı olan otobüsün birinci katı kahvaltı için ayrılmış.

Sabahleyin doğrudan bu kata oturum.



Fırında ısıtılmış sıcak ekmeğime tereyağını sürerek

ve yeşil çayımı içerek kahvaltımı yaptım,gazetemi okudum.

Manzaranın yeşilden griye,

grıden de beyaza dönüşecek olması çok heyecan verici..

Ankara yollarından sevgiler.

Efsun..

KEMERALTI KIZLARAĞASI HANINDA YAĞAN YAĞMURU DİNLEMEK










Cama vuran yağmur damlalarının uyarısını dinlemeden
kendimi Kemeraltının insanı 1800'lü yıllara götüren
pembe, mavi, mor boyalı dükkanların sıralandığı
dar sokaklara attım.

Köşede Ali Galip Şekercisinin tam karşısındaki
Gevrekçiden kendime Kumru aldım.

Kumru, beyaz peynir, kırmızı domates dilimleri
ve yemyeşil bir sivri biberden oluşan
İzmirin sembolü bir simit türevidir.

Daha sokaklar bomboş, dükkanlar açılmamıştı.
1. Beyler, 2. Beyler sokaklarını geçince
buldum "Meserret Kahvesini".

Yirmi yıl öncesinin Meserretinden geriye kalan
tavandaki işlemeler,
ortadaki şadırvan ve havuz,
bir de duvarlardaki
eski İzmir manzaları.

Kendime ince belli çay bardakta
bir çay ısmarladım.
Yavaş yavaş ısırarak
ve ağır ağır çayımı yudumlayarak yaptım sabah kahvaltımı.

Dışardan yağmurun sesi geliyordu ama daha fazla beklemek istemedim.
Ve yine sokaklara çıktım.

Yağmur iyice artmıştı. Sokaklar dereler haline gelmişti.

Ayaklarım sular içinde,
Kızlarağası hanına ulaştım.
Kızlarağası kırmızı tuğlalardan örülmüş eski bir tarihi han.
İçinde şimde İzmir hediyelikleri ile gümüşçü dükkanları var.

Hanın arka kapısından çıkınca,
minik taburelerle dolu kahveci dükkanlarına varıyorsunuz.

"Hakiki Sahlep" yazan dükkanın kapısından
kendimi içeri dar attım.

Üstü mis gibi tarçın kokusu ile dolu sıcak salebimi içerken
bu satırları karaladım.


Kızlarağası-Şükrü Beyin Yeri

09.50

http://fincandapisenkahve.com/fotogaleri.asp

Cumartesi Sabahı için




Cama vuran yagmur tanelerinin

yavas yavas suzulurkencikardigi gurultu ile uyanin bu sabah.

Sabah kahvenizi sadece sutten yapin.

Icine hic su katmayin.

Kahvesi biraz fazla olabilir

zarar yokbugun cumartesi.

Yanina bir parcacik

bulabilirseniz Isvicre cikolatasi

bulamazsaniz guzel bir badem ezmesi alin.

Ilk yudumunuzu almadan once

mutlakabir klasik muzik sesi yayilsin odaniza,

Sonra arkaniza yaslanin

ve ilk yudumunuzla birlikte

hayatinizdaki bu keyiflianin

guzelliginihissedin.

sevgilerimle.


Istanbul.

efsun

Sultanahmet'te Bir Öğle Vakti


Dun sabah Sultanahmet Tramvay Duragında ınıce,

önce etrafıma bakındım.

Sultanahmet Parkının yeşillikleri içinden görünen manzarayı içime sindirdim.

Derin bir nefes aldım.

Binlerce yılın üstüste koyduğu tüm bu güzellikler arasında olduğum için

bu sabah ne kadar şanslı olduğumu düşündüm.

Dünyanın bir çok ülkesinden,

bir çok insanın bulunmayı istediği bir meydanda idim.

Öğle arasında kendimi aç hissetmediğim için,

yemekçiye gitmek yerine kitapçıya gitmeyi yeğledim.

Kendime dört tane kitap seçtim,

parasını ödedim, poşetimi aldım ve dışarı çıktım.

Saat henüz biri yedi geçiyordu.

Mesai saatının başlamasına daha vakit var diye düşündüm

ve kendime bir kahve ısmarlamak için

Nuriosmaniye Caddesindeki Kahve Dünyasına gittim.

Hem kahvemi yudumlar

hem de aldığım kitapları karıştırırım diye düşündüm.

Sade bir Türk Kahvesi söyledim.

Yanında gelen minik çikolatalarla keyifli bir yudum aldım

ve kitaplarımı çıkardım.

Bir baktım, içinde benim kitaplarımdan ayrı

iki kitap daha var.

Yanlışlıkla benim torbama konulduğunu düşünüp kenara ayırdım.

Dönüşte yeniden kitapçıya uğradım

ve benim olmayan kitapları kitapçıya geri uzattım.

Kitapçı, gülerek; geri geleceğinizi tahmin etmiştim, dedi.

Onlar bizim hediye kitaplarımız,

size söylemeden çantaya koymuştum;diyerek bana keyifli bir öğle sürprizi yaşattı.

Yaşamınızda böyle keyifli anlar yaşamanız dileklerimle

sevgiler&saygılar...

efsun.

istanbul.




Bahçede Bir Türk


Yagmurlu bir İstanbul gününde
yapılabilecek en güzel şey,
camdan süzülen yağmur damlalarını seyredererek,
ocakta tıkırdayan çaydanlığın sesi eşliğinde
ince belli çay bardağı ile
sıcacık çayı yudumlamaktadır.

Bugünlerde okuduğum kitabın ismi,
"Bahçede bir Türk"
Yannıs Hantolus yazmış.
Osmanlı'nın son dönemlerinde;
bir Türk ile evlenerek adını ve dinini değiştiren
bir Rum Kızı ile
bir Rum ile evlenerek
adını ve dinini değiştiren
bir Türk kızının
Edirne ve Atina'da geçen yaşamlarını anlatan
değişik bir roman.

Bugünlerde bir de resim yapmayı seviyorum.
Ama suluboya resimler.
Henüz başka tür boya kullanmaya cesaret edemiyorum.

Kendime boy boy fırçalar aldım.
Kutu kutu suluboylarım da var.

Renklerin keyfini sürmek için,
adliyelerin tozlu koridorlarını unutmak için
gökyüzününü maviğine dokunmak için...

Birazdan suluboyalarımla başbaşa kalacağım.
Bu yağmurlu cumartesi gününde
her kim nerede olursa olsun,
yollarda olanlara
işyerinde bunalanlara
keyifli saatler diliyorum..

Sizlere,
Hermitaj Müzesi ile Louvre Müzelerini gönderiyorum.
sanal da olsa
keyifli gezmeler diliyorum.

Sevgilerimle.
Efsun-Istanbul.

Yaşama Sevincinin Sırrı


"Bu yaşama sevincinin sırrını bana da öğretir misin ?"



Bu sabah maillerimi açtığımda bir arkadaşım bana böyle bir mesaj yazmıştı.

Benim de ona şöyle bir yanıtım olacak...

Bu işin hiçbir sırrı yok.



Bu sabah servisle gelirken,her sabah yaptığım gibi,

Unkapanı Köprüsünün üzerinden geçerken

okuduğum kitaptan kafamı kaldırıpkarşılara baktım.



Topkapı Sarayındaki o eski kulenin zirvesi

Topkapı Sarayındaki o eski kulenin zirvesi,

Süleymaniye, Ayasofya camilerinin oval kubbeleri

ve minarelerin zirveleri,

bunların eteklerindeki minik pencerelerden oluşanhoş bir İstanbul slüeti seyrettim.



Bir suluboya resmi için ne hoş bir görüntü olduğunu düşündüm.

Servis, Mecidiyeköy Meydanını geçtikten sonra

Bu kez Metrobüsler için hazırlanan bir inşaat alanından geçti.



Tam buradan geçerken de,

bir parça yeşilliğin üzerinde,

sarı yağmurluklarıyatoprağa eğilmişbir şeylerle uğraşan

onbeş yirmi işçi gördüm.

Minik minik eğilmelerle

o toprakta bir güzellik yaratmaya uğraşıyorlardı.



Aslında tüm hayatın,

birilerinin parmak uçlarından dökülen

minik emeklerin bir toplamı olduğunu hissettim o an.

O manzara muhteşemdi.

Karıncalar gibi sade ve düzenli kıpır kıpırdılar..

Aslında hepimiz öyle değilmiyiz..

Parmak uçlarımızla her gün hayata bir ilmek atmıyormuyuz..

.

Bu yağmurlu İstanbul sabahında

ilmek dokuyan tüm yüreklere

keyifli bir gün diliyorum.

Sevgi ve saygılarımla.

Efsun

KASTIN NEYDİ MONİA




http://www.kastamonu.gov.tr/dortmevsim/default.html

http://www.karadenizgezi.net/kastamonu/mz.htm


Bu satırları, 600 yıllık kervansarayın ortasındaki havuzun şelalesinden akan suyun sesini dinleyerek yazıyorum. Akşam ağır ağır inmekte Kastamonu’ya. Sabahtan sularda yıkanan güvercinler de kaybolup gittiler. Otel sakinleri yavaş yavaş dönüyorlar ellerinde çantalarıyla.

Kervansarayın ortası açık. Gökyüzünü seyrederken suyun sesini dinlemek insana hoş bir huzur veriyor.

Bugün sabah kahvaltımı Aşiyan Konağında yaptım.
Birkaç gündür öğle aralarında şehirdeki tüm müzeleri ve tarihi yerleri dolaştım. El sanatları ürünlerinin sergilendiği çok güzel konakları gezdim.

Kastamonu bölgesi tarihsel olarak çok eski uygarlıklara beşiklik yapmış. Romalılar devrinde bu bölgeye Paflagonya deniyormuş. Bilenen tarih Hititler ile başlıyor. Bugün yörede hala taşbaskı ile dokuma yapılıyor ve Hitit motifleri kullanılıyor. Benim kaldığım kervansarayın ön kapısı da bu el işlemelerinin satıldığı dükkanlara açılıyor.

Milattan önce burada Sümerlerin eski kollarından Gas’lar yaşamış. Kastamonu isminin Gasların ülkesi anlamından geldiği bilimsel olarak kabul ediliyor.

Ama başka bir efsaneye göre de, Bizans tekfurunun kızı kaleyi zaptetmek için kuşatan Türk komutana aşık olur. Moni, kalenin anahtarını gece yarısı dadısı ile komutana gönderir ve Türkler kaleyi alırlar. Tekfur, kızının bu ihanetini öğrenir ve kızını kaleden aşağı atar bu arada da “Kastın Neydi Moni” diye bağırır. Kızın mezarı kalenin bir ucunda . Kaleyi gezerken zirveden aşağı baktığınızda aşağıda gömütü görüyorsunuz.

Kastamonu "kuzeykent" denilen yeni binaların bulunduğu bölge ile şehir merkezinin ve eski evlerin korunduğu iki ayrı yerleşim bölgesinden oluşuyor. Ankara'daki eski meclis binasını da yapan mimar Vedat Tek’in yaptığı hükümet konağı ve diğer resmi dairelerin yeraladığı bu eski bölgede dolaştığınızda kendinizi cumhuriyetin ilk yıllarında hissediyorsunuz.
Biraz sokak içlerine daldığınızda, eski konakların köşe başından feraceli ve fesli insanlar çıkacakmış gibi dolanıyorsunuz.
Çarşıdaki binaların bazılarının alınlarında 1887 bazılarının 1900 yazılı. Ve bu binalarda yaşam hala tüm canlılığı ile devam ediyor.
Köşebaşlarında çeşmeler var. Suları hala akıyor.
Şadırvanlardan güvercinler su içiyor akşama kadar....

Eski evlerin birer penceresi tahta kepenkle kapalı. Eski Türk filmlerinden fırlamış hepsi de.

Kulağımıza tanıdık gelen bir çok türkü Kastamonu türküsü imiş.

http://www.kastamonu.web.tr/kastamonuturkuleri/index.html

Sepetçioğlu, Tiridine Bandım….

Bugünkü programım, ormanın kenarındaki Vedat Tek Kültür Merkezine gitmek.
Birazdan yola çıkacağım.

Dışarıda pırıl pırıl bir güneş var.

Kastın neydi Monıya ilinden sevgiler saygılar…

12 nisan Pazar
Kurşunluhan 102 nolu oda.
Efsun

Kastamonu'da Zaman






Yağmurlu bir Kastamonu akşamından sevgiler…

Bugün sabah 9.30 otobüsü ile Yeditepeli şehirden yola çıktım.
Anadolunun en ortasındaki şehirlerden birisi olan Kastamonuya doğru…

Bütün günüm yollarda geçti.
Kah yemyeşil ovaları dağlar seyrettim kah televizyonda gösterilen taş devrine ait komedi filmini…

Bir adam zaman makinesi ile günümüzden geriye gidiyor ve taş devrine düşüyor.
Bir kabile var yeniliklere açik, bir kabile de zorbalıkla tüm yenilikleri yasaklıyor ve yaratılanları yok ediyor.
Nedeni de, babasının bir zamanlar göklerden gelen bir araçtan düşen top yüzünden yaşamını kaybetmesi.

Yolda gelirken okumak üzere aldığım kitap ise Erich Von Daeniken tarafından hazırlanan “Zeus Adına- Yunanlılar, Bilmeceler, Argonotlar..” isimli kitap.

Antik çağlarda eski Yunanlılardaki ve diğer halklardaki efsaneleri anlatıp güncel çözümler getiriyor.

Film ile kitap tesadüfen örtüştü ve kitabı okumak daha keyifli hale geldi.

Akşamüstü saat 18.30 da kastamonuya ulaştım.
Yollarda pembe ve beyaz çiçekleriyle ağaçlar ve yemyeşil kırlar muhteşemdi.

Kaldığım otel, 600 yıllık bir kervansaraydan restore edilerek hazırlanmış Kurşunluhan Oteli.
Odaları lüks bir otel kalitesinde, ama atmosfer Osmanlılar çağına götürüyor sizi.

Akşam yemeğimi de eski bir Kastamonu konağından restouranta çevrilmiş Eflanili Konağında yöresel yemeklerden oluşan bir menü ile aldım. Açılışta Ecevit çorbası. Bu Ecevit adlı kasaba veya ilçede pişen bir çorba. Bir nevi yoğurt çorbası. Arkasından “tirit” yedim. Yoğurtlu ekmek parçaları üzerine kıyma donatılmış ve tereyağı gezdirilmiş. Yanına ise elma suyundan yapılan “ ekşi” içtim. Bir de sade türk kahvesi….

Kastamonuda saat sekize gelirken şehrin meydanındaki tüm dükkanların ışıkları tek tek kapandı, kapılar kilitlendi ve sokaklar sessizliğe, karanlığa gömüldü.

Yaşamımda sade bir döneme geçmeye karar verdim. Artık sadece örgü ve dantel kitapları alacağım, akşamlar televizyonda magazin programları seyrederken örgü öreceğim….

İnsanla ilgili her türlü sosyal, kültürel ve politik etkinliklerimi rafa kaldırdım.

Basit ve sade bir yaşam..

Yeni ilkem bu…

Sevgiyle…

07 nısan 2009 –Kastamonu Kurşunluhan Oteli 212 numara

KARLI DAĞLARIN ARKASI





Bir rüya gibi her şey.

İlerleyen bir Ulusoy otobüsünün 27 numaralı koltuğundan bu satırları yazıyorum.
Otobüsümüz az önce Bolu Dağlarında İsmail’in Yeri’nde mola verdi.
Uzaklarıdaki mavi dağlara ve önümde uzanan yeşil ovalara bakarak yayla çorbamı yudumladım.

Sabah kahvemi Gasların ketinde içmiştim. Sabah uyandığımda kervansarayın ortasındaki havuzun suyuna yağmur damlaları düşüyordu.
Kastamonulular, buraya yağmur yağıyorsa yükseklere kar yağıyordur dediler. Ama ben pek ciddiye almadan sade kahvemden yudumlamaya devam ettim.

Otobüsümüz tam saat on ikide hareket etti. Terminalden çıktıktan on dakika sonra çam ağaçları ile kaplı ormanların içinde ilerlemeye başladık. Camlara kar taneleri düşüyor, ağaçların tepeleri bembeyaz görünüyordu.

Her şey bir kış filminin beyaz camdan yansıyan görüntüsü gibiydi. Uzun bir süre karlar ve bulutlar yolculuğumuzu renklendirdi. Uzaklardan Ilgaz dağının eteklerindeki sis ve beyaz karlarla kaplı yeşil ormanlar muhteşemdi.

Araç ilçesinden geçerken TRT-3’ü yakaladım.
Spiker, İzmir Gündoğdu ve Alsancak meydanındaki 23 nisan şenliklerini anlatıyordu.
Körfezde sakin sakin gidip gelen Karşıyaka Vapurları, pırıl pırıl bir güneş ve etrafa yayılan çiçeklerin kokusu…

İçinde bulunduğum karlarla kaplı yüce dağlara haksızlık olacağı için radyoyu kapattım.
Kastamonuya ilk indiğim anda, akşam sekizde hayatın kepenklerinin kapanmasını çok yadırgamıştım. Ama ayrılırken artık o şehrin yaşam alışkanlıkları hiç şaşırtıcı gelmiyordu.
Hiç kesintisiz 12 gün kaldım Kastamonuda. Hem Kastamonuyu hem de Kastamonuluları yakından tanıdım.
Akşam yemeklerini çoğunlukla kaldığım kervansarayın resturantında yiyordum. Bazı akşamlar önemli konuklar geliyordu sanırım çünkü garsonlar pür dikkat çalışıyorlardı.
Bazı akşamlar da Kastamonulu ailelerin doğum günü kutlamalarına rastladım.
Bir akşam çok keyifli bir Ud gecesi yapıldı. İşte o akşam, yemeğin yanına bir de rakı ekledim.

Şimdi uzaklarda kalan Kastamonu’nun köylerinden geçerken çok hüzünlendim. Kuş uçmaz, kervan geçmez dağ başlarında sessiz ve sakin bacaların dumanı yükseliyordu. Ve hayat orada da devam ediyordu. Büyük şehirlerin kalabalığı, gürültüsü, hengamesi olmaksızın. Sessiz ve hüzünlü. Yağmur çatıların kiremitlerini daha bir kırmızı yapmıştı.
Şimdi Bolu Dağlarından aşağı deniz kenarına doğru yaklaşıyoruz. Ağaçların boyları kısaldı , güneş yakıcı bir şekilde parlamaya başladı.

Hoşça kal Kastamonu.
17 Nisan 2009 Cuma – saat 17.01.

Bolu Dağları

İSTANBUL BUGÜNLERDE BAHAR KOKUYOR











İstanbul bu günlerde bahar kokuyor.


Dün akşam mutfak penceresinden İstanbul’u seyrettim.


Camı aralar aralamaz,


Yüzüme bir bahar kokusu yayıldı.


Başka zamanlarda duymadığım bir koku.


O anda aklamdan geçti;


İstanbul’un bu günlerde bahar koktuğu.





Bir teras katından bakıyorum hayata.


En sevdiğim şeylerden birisidir,mutfak masasında çalışmak.


Arasıra başınızı kaldırır Fatih sırtlarını


ve o muhteşem Fatih Camiini seyredersiniz.





Bir de akşam saatlerinde,


güneş bize hoşçakal derken


Edirnekapının üzerindeki o kızıllığı...





27 mayıs 2009Çarşamba- 10,37istanbul


Efsun